GÖKHAN BÜYÜK
  FORUM
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

FORUM - daha uzundu ama yeter bu kadar

Burdasın:
FORUM => SİNEMANIN DOĞUŞU => daha uzundu ama yeter bu kadar

<-Geri

 1 

Devam->


GÖKHAN
(şimdiye kadar 58 posta)
22.10.2007 18:44 (UTC)[alıntı yap]
SİNEMA
“Gözlerimiz kusursuz olsaydı, sinema olmazdı” (Prof. Alim Şerif Onaran)
Bu söz bilimsel olarak sinemanın icadının tek koşulunu açıklıyor. İnsan gözünün yapısından kaynaklanan bir kusuru vardır. Görüntüler retina üzerine düştükten sonra belli bir süre kalır. Eğer, görüntü retinaya düşer düşmez silinseydi bir devinimi,hareketi arka arkaya yeniden yaratmak mümkün olmayacaktı. Bir film seyrederken saniyede 24 adet durağan resim artarda görülür. Bu resimlerin bir öncekinin yansıması retinadan silinmeden hızla birbirini izlemesi insanda kusursuz bir devinim yaratır.

Sessiz Sinema Dönemi

Sinemanın İcadı

Sinema tam olarak bir tek kişi tarafından bulunmuş bir icat değildir. Farklı zamanlarda,farklı kişilerin aynı prensip doğrultusunda yaptıkları çalışmalar sayesinde sinema doğmuştur. Sinemanın icadına ortam hazırlayan bazı faktörleri şöyle sıralayabiliriz.;

· Büyülü fener

· Optik oyuncak

· Fotoğraf’ın bulunması

Büyülü fener adlı aygıtın çalışma prensibini, 16.yüzyılda Leonardo Da Vinci “camera oscura” (karanlık oda) fikrini ortaya atarak başlatmıştır. Bir asır süresince geliştirilen bu fikir son halini Avusturyalı Kircher tarafından almıştır. Büyülü fenerin çalışma prensibi şudur;cisimlere gönderilen ışık, bir mercek sayesinde perdeye büyütülmüş olarak yansıtılır. Optik oyuncakta ise,bir silindirin üstüne çizilen resimlerin açılan yarıklar vasıtasıyla,silindir hızla döndürülürken seyredilebilmesidir. Bunun mucidi Plateau’dur. Bu düzenek aynı zamanda çizgi filmlerinde ana mantığını oluşturacaktır.

Fotoğrafın icadından sonra yukarıdaki düzeneklerde gerçek resimler de kullanılmaya başlanmıştır. Sinemanın icadına hızla yaklaşılmaktadır.

İlk film gösterimleri
Bazı kaynaklar, sinemanın en basit haliyle, yüzlerce insana yapılan ilk gösteriminin Jean Leroy ve Eugene Lauste ikilisinin 5 Şubat 1895 te New York’ta yaptığını kabul eder. Çoğu kaynağa göre ise ilk film gösterimi Fransız Lumiere kardeşlerin 28 Aralık 1895 te Paris’te yaptıkları gösterimdir. Bunun yanı sıra Thomas Edison’un ilk gösterimi 23 Nisan 1896 da gerçekleşmiştir.

Thomas Edison
Thomas Edison bilim dünyası için elektrik, telgraf, ses kaydını sağlayan gramofon gibi birçok önemli buluşun mucidi olarak önemli bir yer tutar. Ancak çok az insanın bildiği bir şey vardır ki, Edison sinema sanatının teknik olarak temellerini atan kişidir. Örneğin 35 mm selüloidi kullanıp, geliştirmiştir. Kinemaskop adlı sinema aygıtını kullanarak film çalışmaları yapan Dickson ile bir ortaklığa giren Edison, görüntü ile sesi birleştirmek için çalışmalar yaptı.

Lumiere Kardeşler
Fransız Lumiere kardeşler icatları olan sinematograf adlı aletin patentini 13 Şubat 1895 te aldıktan sonra çeşitli basit ve kısa filmler çekmeye başladılar. Lumiere’lerin sinematografları saniyede 16 kare perdeye yansıtmaktaydı. Film gösterimleri uzun bir süre bu şekilde gösterilmiştir. Yani şimdikinden daha hızlı bir şekilde. Lumiere kardeşler İlk gösterimlerini 28 Aralık 1895 tarihinde Paris’te Grand Cafe’de gerçekleştirdiler. Bu ilk gösterimde en çok bilinen film,bir trenin gara girişini gösteren filmdir. İnsanların çoğu bu filmi seyrederken korkup salonu terk etmeye çalışmıştır. Lumiere’ler genel olarak bakıldığında,sinemanın doğuşunda ve film çekme mantığının gelişmesinde en önemli rolü oynayan sinemacılardır. Ancak ilginçtir ki,belli bir süre sonra sinemanın ticari olarak bir şey kazandıramayacağını sanıp,sinemanın gücüne ve gelecekteki başarısına inanmayarak sinematografı başka ellere teslim etmişlerdir.

Önemli filmleri; “Trenin İstasyona Girişi” , “Bahçıvan” , “Bebeğin Kahvaltısı” , “İskambil Partisi” , “Dalgalı Deniz”...

Melies
Sinemaya Lumire’lerden sonra en önemli katkıları sağlayan sinemacıdır. Fransız Melies sayesinde, ilk film teknikleri geliştirilmiş, filmi stüdyoda çekme usulü ortaya konmuş, sinema halka daha da yayılmıştır. Melies film çalışmalarına,bir İngiliz olan Robert Paul’un film alıcılarından birini satın alarak başlamıştır. 1896 yılında Avrupa’nın ilk film stüdyosunu kendi arazisine yaptırarak kurmuştur. Film çalışmalarının büyük bir çoğunluğunu burada gerçekleştirmiştir. Melies, sinema sanatının şu an kullanılan birçok tekniklerinin babası atfedilir. Bunları şöyle sıralayabiliriz;

· Filmin mekanlarını oluşturan dekor kullanımı

· Kamerasının tutukluk yapması sonucu şans eseri bulduğu üst üste bindirme tekniği

· Filmde gerçek boyutlarda kullanılamayacak kadar büyük cisimlerin maketlerinin kullanılması

· Bir cismin veya insanın yok olması veya değişmesi

· İki çekim arasında yapılan zincirleme geçiş

· Karartmayla yapılan açılış ve geçişler

Melies çalışmalarını 1912 senesine,yani filmlerinin artık insanlarca demode olarak görüldüğü zamana kadar sürdürmüştür. Ayrıca Pathe ile rekabet edememiş olması, Melies’in çöküşünü hızlandırmıştır. Son yıllarında hayatını tütün satarak kazanmıştır.

Önemli filmleri; “Manastırdaki Şeytan” , “Denizde Çatışma” , “Aya Seyahat” , “Jeanne d’Arc” , “Şeytansı Kiracı”...

Pathe ve Zecca
Pathe kardeşler sinemayı sanayi haline getiren ilk sinemacılardır. İlk kez pozitif film imaline girişerek dünyanın her yanına uygun fiyata satmışlardır. Pathe kardeşlerin kendi bünyelerinde çalıştırdıkları yönetmen Zecca, patronlarının kendisine sağladıkları sınırsız olanakları kullanarak, geçmişteki örneklerden daha uzun metrajlı filmler çekebilmiştir. Zecca dramatik türü “Bir Cinayetin Öyküsü” adlı filmiyle geliştirdi ve tüm dünyaya yayılmasını sağladı.

Pathe’ler sinemanın sanayileşme sürecinde bazı yönetmen ve yazarları kendilerine bağlayarak, seri film üretimleri yaptılar. Bazı yönetmenleri dünyanın farklı bölgelerin gönderip,onlara belge ve haber filmleri çektiriyorlar, daha sonra bu filmleri Pathe Stüdyolarında tamamlıyorlardı. Bu dönemlerde neredeyse bütün türlerde film çalışmaları yaptılar. Hatta ilk erotik filmler bu yıllarda,yani 1900’lü yılların başında türemiştir.

Önemli filmleri; “Bir Kumarbazın Yaşamı” , “Bir Cinayetin Öyküsü”(1901) , “Paris’in Ayaktakımı” , “Alkol Kurbanları” (1902)...

Edwin Surrey Porter
Sinemayı, tiyatrosal havadan kurtarıp,bugünkü sinema anlayışına götüren kişidir. Konulu filmin yaratıcısı olarak tanınan Porter’in sinema tekniklerine birçok katkısı olmuştur. Doğrusal öykü oluşturma, kontrast oluşturum, paralel kurgu ve çeşitli kamera hareketleri... Porter sinema sanatının sadece çekimlere değil, çekimlerin sürekliliğine dayandığını savunarak kurgu prensibini geliştirmiştir. Kurguya ait ilk önemli denemeleri yapmıştır. Bu tür ilkleri sayesinde D.W.Griffith’in 1908’de ortaya çıkışına kadar Amerika’da yegane isim olarak olmuştur. Filmlerinde Amerikan yaşamından kesitler sunmuş, ilk önemli senaryo çalışmalarını gerçekleştirmiştir.

Önemli Filmleri; “Büyük Tren Soygunu” , “Tom Amcanın Kulübesi” , “Sabıkalı”...


Nickel-Odeon (Bugünkü Sinema Salonları

Avrupa’da 1908 senesin kadar filmler küçük cafelere kiralanıp gösterimler gerçekleştirilirdi. 2 Şubat 1908 tarihinde, Meelies’in başkanlık ettiği Film Yapımcıları Kongresinde, Amerika'daki gibi Nickel-Odeon adı verilen sinema salonlarının açılması kararlaştırılmıştır. Nickel-Odeon, adını, film gösterim ücreti olan Nikel paralardan almıştır. Nickel-Odeonlar Amerika’da yaklaşık 1905 yılında hizmete açılmıştır.

Fransa’da “Sanat Filmi” Kavramının Ortaya Çıkışı

Fransa’da 1907 yılında boy gösteren işsizlik krizi sonucu sinema izleyicisinde belli bir azalma olmuştu. Film yapımcıları, salonlara tekrar seyirci çekebilmek için çeşitli yenilikler yapmak zorunda kaldılar. Örneğin sinema salonlarını yenileştirdiler, filmin konularını farklılaştırdılar. İlkel konular yerine, ulusal edebiyatın ve tiyatronun önemli konularını ele alarak işledirler. Senaryoları daha iyi yazarlara yazdırdılar. Filmin reklamlarını geniş bir kitleye ulaştırdılar.

Tüm bunların oluşturduğu zemin sayesinde 1907’de,iki zengin kent soylu olan Lafitte Kardeşlerin kurduğu Film d’Art kurumu,sanat sineması akımın başlattı. Bu kuruluşun amacı şuydu; çok iyi yazarlar ve iyi tiyatro oyuncularının işbirliğiyle yüksek kesime hitap edecek filmler yapmak. 17 Kasım 1908’de, yüksek sosyeteye yapılan ilk gösterimde “Guise Dükünün Öldürülmesi” oynatıldı. Estetik açıdan birçok filmden iyi olan bu filmin en önemli yanı,aydın kesimin dikkatini sinemaya çekebilmesidir. Böylece bundan böyle sinemaya diğer sanat dallarının girişi hızlanacak,kültürel ve estetik değeri yüksek olan filmler üretilecektir. Ancak bu akımın olumlu yanları yanı sıra,tiyatro oyunlarının filme çekilmesinden doğan bazı hataları da vardır.

Cabiria Filminin Önemi

1912 yılında başlanıp 1914’te bitirilen “Cabiria” adlı İtalyan filmi, sessiz sinema döneminin en önemli filmidir. Filmin yönetmeni otuzlu yaşlarındaki Piero Fosce’dir. 3,5 saatlik filmin çekimleri, Torino, Sicilya, Alpler ve Tunus’ta, altı ayda gerçekleştirilmiştir. “Cabiria” sinemasal anlatım biçim ve tekniğinin bir başyapıtıdır. Filmin kameramanı İspanyol Segundo Chomon bir çok sinema tekniğini bu filmde kullanmıştır. Yapay ışıkların estetik kullanımı, maketlerin başarılı kullanımı (42 metrelik bir heykel), gerçek mekan ve objelerin kullanılması, o güne kadar el yardımıyla çalışan alıcı aygıtın küçük bir motor sayesinde çalıştırılması...vb.

İlk Şarlo Prototipi (Leon)

Leonce Perret

1880’de Fransa’da doğan Leonce Perret önceleri kısa dramatik filmlerde rol almıştır. Leonce Perret 1910 yılından itibaren, dünyanın en sevilen güldürü sanatçısı olan Charlie Chaplin’in canlandırdığı “Şarlo” tipinin öncüsü sayılabilecek bir tipleme yaratarak seri halde güldürü filmleri çekmeye ve oynamaya başlamıştır. Amacı halkın içinden bir tip yaratarak halkın beğenisini kazanmaktı. Bunda da başarılı oldu. “Leon” tipi, kaygısız, neşeli, zaman zaman aptal, küçük bir kentsoylu tiplemesidir. Ancak “Leon” tipi Şarlo veya Max Linder kadar toplumcu değildir. Hicivden yoksun, sadece seyirciye toz pembe bir dünyada yaşanabilecek, güldürü öğeleri bol olan filmler sunmuştur, Leonce Perret. Ancak onun önemi yarattığı tipleme ve konuların sunuluşuyla sinemaya verdiği katkılardadır.

Önemli Filmleri; “Leon Düğünde” , “Lon ve İlkbahar” , “Leon ve Aşk Derdi”..

Max Linder
Charlie Chaplin’in yegane hocası olarak kabul ettiği Max Linder,sinema tarihinde güldürü filmin babası olarak kabul görür. Filmlerinin büyük çoğunluğunun senaristi ve yönetmenidir. Yarattığı Fransız kentsoylu tipiyle, konuları birbirinden farklı olan ancak umulmadık, şaşırtıcı durumların her zaman görüldüğü filmlere imza atmıştır. Linder’in güldürücülüğü, yalnızca mimik, davranış ya da kahramanlarının diyaloglarıyla değil,tiplerin içinde bulunduğu olgusal durumlarla da açıklanabilir.

Dünya tarihinde, en çok sevilen sinemacı olan ilk insandır Max Linder. Bunun kanıtı şu vahim, aynı zamanda komik olayda görülür; Birinci dünya savaşında cepheye giden Linder, savaşta ağır yaralanarak geri döner. Ancak bir yanlış anlama sonucunda insanlar Linder’in öldüğünü zannederler ve haber tüm ülkeye yayılır. Durum ortaya çıkana kadar halk büyük bir yas havasına girer.

Max Linder bir dönem Hollywood’a gider. Umduğu başarıyı sağlayamayınca Fransa’ya geri döner. Film çalışmalarına kaldığı yerden devam ederek Fransa’nın gelmiş geçmiş en büyük güldürücüsü ünvanını sağlamlaştırır.

Önemli Filmleri; “Max’ın Evliliği” , “Max ve Kutlama Merasimi” , “Max’ın Düellosu” , “Max Boğa Güreşçisi” , “Max Moda Yaratıcısı”...

Emile Cohl ve Canlandırma Sineması

Reynaud’un optik tiyatro çalışmalarındaki devinimli resimler, Amerikalı Stuart Balckton yönetimindeki “Büyülü Otel” adlı canlandırma filmi gibi ilk canlandırma sineması örneklerine karşın bu işin ustası olarak kabul edilen tek isim Fransız Emile Cohl’dür. Hareketli resmin ustası Emile Cohl, aslen karikatür sanatçısıdır. 1907 yılında Gaumont’da çizgi filmler yapmaya başlar, 1908’den itibaren de çeşitli canlandırma filmlerine el atar. 1910’da Gaumont’tan ayrılıp Pathe’ye geçerek başarılı hareketli kukla filmleri hazırlar. O da bir çok Fransız sinemacı gibi bir aralar Amerika’ya gider, gelir. Amerika’da iken tarihin ilk çizgi film karakteri olan “Sncokums” tipini yaratır. Yurda döndüğünde “Komik Hayvanlar Serisi” adlı bir girişimde bulunmuş, ancak ilerleyen yaşından dolayı başarılı olamamıştır. Emile Cohl, Reynaud ve Melies gibi ilklerin sinemacısıdır. Ve acıdır ki, Emile Cohl’ün sonu da bu iki büyük ustanın sonuna benzer, büyük bir unutuluş ve fakirlik içinde ölüm.

Önemli Filmleri; “Tersine dönen Yaşam” (1907) , “Canlı Kibritler” (190 , “Şen Mikroplar” (1909) , “Don Kişot” (1910) , “Şafakta Öten Horoz” (1911)...

Victorin Jasset ve Bölüklü (Dizi) Filmler

Fransa’da “Sanat Sineması” kavramı oluşurken bir yandan da bölüklü film modası doğuyordu. Bölüklü filmlerin dayandığı prensip ticari amaçlardan kaynaklanıyordu. Bu da geniş bir seyirci kitlesinin merakını dinamik tutmak için serüvenin en önemli noktasında filmin kesilerek,devamının gelecek haftaki gösterimde verilmesi ile sağlanıyordu.

Bölüklü filmlerin ilk yönetmenlerinden olan Victorin Jasset, Belair Yapımevinde bu işe başlamıştır. Jasset ilk polisiye dizi olan “Nick Carter” ın yaratıcısıdır. Nick Carter, sonraları çok kullanılacak olan, ağzından piposu eksik olmayan, kurnaz, soğuk kanlı ilk polis tiplemesidir. Bu dizi film başarılı olmuş ve Jasset’in adını tüm ülkede duyurmuştur. Ayrıca Jasset, sadece bir yönetmen değil, aynı zamanda sinemaya ilişkin kuramsal ve eleştirel sorunlarla da ilgilenen ilk sinema yazarlarından biridir.

Robert J. Flaherty ve Belgesel Sinema

Belgesel film çalışmaları neredeyse sinemanın ortaya çıkmasıyla başlamıştır denebilir. Çünkü çekilen ilk kısa metrajlı filmlerin büyük bir bölümü belge niteliğindeydi. Örneğin, Lumiere Kardeşlerin, alıcı aygıtlarını ilk kullandıkları zamanlarda çektikleri filmler belgesel formundaydı. Ancak bunlar, sadece film olgusunu geliştirmek için çekildiklerinden, şu an kabul görmüş nitelikte değillerdi. İlk ciddi belgesel film çalışmalarını Robert J. Flaherty gerçekleştirmiştir. Aslen kaşif olan Flaherty, Amerika sınırları içindeki buzul bölgelere yaptığı gezileri, yanına aldığı bir alıcı aygıtla kaydediyordu. Bu olayın ciddi biçimde ele alınmasını düşününce, 1919 yılında Hudson Körfezinde, bir eskimo ailesinin yaşamını anlatan “Nanuk” adlı belgesel filmi çekerek üne ulaştı. Güney Denizleri ve adalarındaki çalışmalarını 1925 yılında “Moana” adlı belgesel filmle anlattı. Daha sonra Güney Denizinde bir adada yaşayan Maori kabilesini anlatan “Beyaz Gölgeler” (192 ve “Tabu” (192 adlı filmleri yaptı.




Bütün konular: 50
Bütün postalar: 72
Bütün kullanıcılar: 17
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı! GÖKHAN BÜYÜK  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol